Ekolojik Okuryazarlık

Ekolojik okuryazarlık ile ilgili uzman görüşleri, yayın ve kaynaklar

David Sobel: “Çocukların açık havada, serbestçe oyun oynamalarına izin vermeliyiz.”

İklim değişikliğinin bütün trajik etkilerini öne çıkartarak çocukları umutsuzluğa sürüklememek için umudu çoğaltan bir perspektiften nasıl yaklaşabiliriz?

  • 25.03.2024 tarihinde eklendi

 

Doğa temelli erken çocukluk eğitiminin önemine inanan eğitimci David Sobel, etkili bir doğa eğitiminin; kilometrelerce ötedeki bir çevre sorununu konuşarak değil çocukların içinde yaşadıkları çevreyle olumlu bağlar kurarak sağlanabileceğini savunuyor. Ona göre bunun en temel yolu da çocukların dışarıya çıkmaları ve onlara doğada öğrenmeleri için fırsatlar yaratmaktan geçiyor. Sobel ile “yer temelli öğrenme ve umudu çoğaltan bir perspektiften doğa eğitimi” üzerine konuştuk…

 


1- Coğrafya, iklim, kültür gibi birçok alanda farklılıklar gösteren bir ülkede "yer temelli öğrenme" nasıl uygulanabilir? Öğretmenler nelere dikkat edebilirler?

Coğrafya, iklim ve kültür farklılıklarını dikkate almak, iyi bir yer temelli eğitimin ayrılmaz parçasıdır. Yer temelli eğitimin amacı, yerelin kendine has özelliklerine odaklanarak müfredatı daha ilginç ve çekici hale getirmektir. Okuryazarlık, matematik, sosyal bilgiler ve fen bilimleri konularındaki hedefleri göz önünde tutmaya devam etmek de bu süreçte önemlidir ancak ulusal standartların uygulanmasında yerel mekânlardan, yerel tarihten, yerel halktan, yereldeki sivil toplum kuruluşlarından ve kültürel geleneklerden ilham alınmalıdır.

Kırsalda bir okuldan örnek verelim: Eğitim-öğretim yılının başladığı ağustos ayının sonunda tarımsal etkinliklerin, müziğin, oyunların ve mutfak yarışmalarının olduğu yerel bir fuar gerçekleştiriliyor. Kasabadaki bütün yetişkinlere açık olan mutfak yarışması, bölgenin popüler yiyeceklerine (genellikle kurabiyeler ve kekler) odaklı oluyor. Bir 6. sınıf öğretmeni, bu yarışmayı yılın ilk müfredat görevlerinden biri olarak kullanmaya karar veriyor; yerel bir aidiyet duygusu yaratmak ve yerelde ortak bir sorunu çözme pratiği yapmak için müfredatla ilişkilendiriyor. Bu çalışma, geleneksel müfredat hedeflerindeki kesirli sayılarda çarpma ve bölme, ölçüm araçlarını doğru kullanma gibi konuları gerçek yerel etkinliklerle geliştirmenin canlı bir örneğidir.

Bu çalışma için öğretmen, sınıftaki öğrencilerden ekipler oluşturdu ve her grup okuldaki her bir öğrenciye bir kurabiye düşecek şekilde nelere ihtiyaç duyulacağını hesaplamak üzere matematik işlemleri yaptı. Daha sonra ekipler tarife uyarak kurabiyeleri hazırladı ve yine öğrencilerden oluşan jüri en iyi kurabiyeleri hangi ekibin yaptığına karar verdi. Okuldaki çalışmanın ardından öğrenciler bireysel olarak aynı süreci evlerinde yapmaya ve kurabiyeleri ile Guilford Fuarı’nda yarışmaya girmeye teşvik edildi. Bu, geleneksel müfredat hedeflerini yerelde gerçekleştirilen etkinliklerle geliştirmenin canlı bir örneğidir.  Farklı bir okulda da başka bir öğretmen bunun yerine dönem içindeki hedeflerine uygun, yaşadıkları çevrede gerçekleşen yerel bir etkinlikle ilişkilendirerek süreç planlaması yapabilir. Türkiye'nin farklı yerleşim yerlerinde, okul yılının başlangıcı için uygun bir müfredat planlamasını kapsayacak ne tür yerel etkinlikler gerçekleşiyor?

2- İklim değişikliği dünyadaki en önemli konulardan biri. Bir yandan çocukları bilgilendirmek ve geleceğe hazırlamak önemliyken, diğer yandan bu konuların ciddi anlamda panik ve korkuya neden olma ihtimali de var. İklim değişikliği eğitiminde önceliğimiz ne olmalı?

Öğretmenlerin çoğu, okullarda küresel iklim değişikliği ile ilgili bir şeyler yapmamız gerektiğinin farkında. Öncelikle, iklim değişikliği eğitimine nasıl yaklaşacağımız ile ilgili olarak pedagojik açıdan uygun bir yaklaşım benimsemeliyiz. Çünkü hızlı bir şekilde çok fazla şey yapmak kolaydır ama ters etki yaratabilir. Dahası, şu sorular üzerine düşünmeliyiz: Zaten sıkışık olan bir müfredata bu konu en etkili şekilde nasıl entegre edilebilir? İklim değişikliği eğitiminin yönünü belirlemek için hangi gelişimsel parametrelere dikkat etmeliyiz? Bu konu, tüm sınıf seviyelerinde mi olmalı yoksa sadece lisede mi olmalı?

Benim bu konuda yaklaşımım, iklim değişikliği konusuna umudu çoğaltan bir perspektiften yaklaşmak. İklim değişikliğinin bütün trajik etkilerini öne çıkarırsak çocukları umutsuzluğa sürükleme riskiyle karşı karşıya kalırız. "Ekofobiyi Aşmak" kitabımda "Dördüncü sınıftan önce (çevresel) trajedi yok." demiştim. Küresel iklim değişikliği kesinlikle çevresel bir trajedi olgusudur ve bu nedenle bu ilke burada da geçerlidir. Ancak anaokulunda bile zarar vermeden yaşamak, sınıfta bir bitkiyle ya da hayvanla ilgilenmek, ışıkları kapatmak gibi konularda çocuklara örnek olmakla işe başlarız. Çocuklara, sınıf ve okul kültürünün bir parçası olarak ekolojik davranışlar sergilemeleri için fırsatlar yaratırız. Esasen, sınıfı okulun bir mikrokozmosu (küçük dünya), okulu da toplumun bir mikrokozmosu olarak kullanmayı savunuyorum. Çocuklar okulda sorumlu davranmayı öğrenirken, yetişkin olduklarında toplum içinde ve nihayetinde küresel vatandaşlar olarak yapmalarını istediğimiz şeyleri uygularlar. 

Amerikalı eğitimci John Dewey, sınıfı bir demokrasi laboratuvarı olarak görmeyi savunuyordu: Sınıf, çocukların bütün işlevsel parçaları görebilecekleri ve davranışlarının sistemi nasıl etkilediğini anlayabilecekleri küçük, kontrollü bir ortamdır. Bu nedenle sınıfları ve okulları, bilinçli olarak, çocukların olumlu sonuçlar alabilecekleri minyatür ekolojik sistemler olarak görmeliyiz. Saksıda çiçek ekmek, atıkları azaltmak, okul içindeki ve okul bahçesindeki havanın kalitesini iyileştirmek gibi etkinlikler yapabiliriz. Çocuklara, davranışlarının okulun küçük dünyasında işleri daha iyi hale getirdiğini görmeleri, büyüdüklerinde dünyayı şekillendirebilecekleri umudunu verecektir. Umudu korumaya yönelik yaklaşımlardan biri de, çocuklara bir sınıfın veya bir okulun bakımında giderek daha kapsamlı hale gelen sorumluluklar vermektir. Çocuklar küçük görevleri yerine getirmenin mutluluğunu deneyimledikçe umutlu olma hali kendiliğinden gelişir.

3- Küresel krizlerin çoğaldığı gezegenimizde, hem bizler hem de çocuklar için umudu artıracak adımları nasıl atabiliriz?

Ekofobi, çevresel yıkım korkusudur. Çocuklar yağmur ormanlarının yok edilmesi, deniz seviyesinin yükselmesi, şiddetli fırtınaların ve orman yangınlarının sayısındaki artış, nesli tükenen türlerin yer aldığı çevresel sorunlarla ilgili haberlere boğuluyorlar. Küçük çocuklara bu sorunları anlattığımızda, büyüdükleri zaman geri dönüşüm yapacaklarını, ışıkları kapatacaklarını, okula yürüyerek gideceklerini ve doğal ürünler satın almak isteyeceklerini düşünüyoruz. Oysa çocuklarımızı dünyanın sorunlarından haberdar etme ve bunlardan sorumlu tutma gayretimiz, onların doğayla olan bağlarını koparıyor.

Derslerimizi, çevre sorunları örnekleriyle doldurmakla, kolay fark edilmeyen bir duygusal kopuş yaratıyor olabiliriz. Korkum, çevresel açıdan "doğru" olan müfredatımızın da benzer şekilde, onları doğa ile ilişkilenmek yerine doğadan uzaklaştırmasıdır. Doğal yaşam tahrip edilirken kabuklarına çekilip saklanmak isteyebilirler. Bunun yerine, ilk yapmamız gereken şey, çocukları ve müfredatı yakındaki doğal dünyaya bağlayan kapsamlı bir yer temelli eğitim programları oluşturmaktır. "Çocukluk, doğa ve çevreci davranışlar" üzerine yapılmış olan araştırmaların çoğu, çocukluktaki doğa deneyimleri ile yetişkinlikteki çevreci davranışlar arasında çok güçlü bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bunun anlamı, televizyonu ve bilgisayarı kapatmak ve çocukların ekranlarla meşgul olduğu süreyi sınırlamaktır. Bunun yerine her gün doğal ortamlarda, açık havada serbest oyun oynamalarına izin vermeliyiz. Çocuklara hayvan bakımı ve bahçe işleri için fırsatlar vermeliyiz. Doğada koşmayı, yürüyüş yapmayı, yüzmeyi, tekne gezintilerini, bisiklete binmeyi öncelik haline getirmeliyiz. Doğa ile canlı bir ilişkinin getirdiği derin ve kalıcı bir rahatlık duygusu ve doğa sevgisi olmadan, çocuklar dünyayı korumak için harekete geçmeye hevesli olmayacaklardır. İklim değişikliğinden kaçınabileceğimize dair her türlü umuttan da vazgeçeceklerdir. 

Daha sonra, kalıcı çevreci davranışlar geliştirmeleri için süreklilik içeren eylem fırsatları sağlamamız gerekir. Bunu yapmak için okulları birer "sorumlu topluluklar" olarak tasarlarlamalıyız. Nasıl ki sınıflarda öğretmenler tüm çocukların günlük işlere katılmasını sağlıyorsa, okul genelinde de her yaş düzeyinden çocuklara genişleyen sorumluluklar verilmesini öneriyorum. Bu sorumluluklar her öğretmeni, öğrenciyi ve personeli içerecek ve okul ortamını, bir çevresel sürdürülebilirlik modeli oluşturarak şekillendirecektir. Çocuklar sorumlu ve özenli davranışlarının sınıfta, okul bahçesinde ve topluluk içinde bir fark yarattığını gördüklerinde umutlarını korurlar. 

"Doğayla Bağ Kurma ve Yapıcı Umut" yol haritasına bakın. Mavi şerit doğa ile kurulan bağın gelişim aşamalarını, sarı şerit ise yapıcı umudun aşamalarını, ortadaki yeşil şerit ise bu iki şeridin kesişim alanlarını gösteriyor. Çocuklar doğada serbest zaman geçirerek, doğa dostu rol modellerini tanıyarak ve bireysel çevre koruma davranışlarını öğrenerek bir özgüven ve sorumluluk duygusu geliştirirler. Buradan da kolektif doğa koruma eylemleri doğar.


Şekil 1: Çocukların ve gençlerin doğayla bağ kurmalarına ve çevresel değişimlerle yapıcı şekilde başa çıkmalarına yardımcı olan uygulamalar.

Kaynak: Chawla, L. Çocuklukta doğayla bağlantı ve yapıcı umut: Doğayla bağ kurma ve çevresel kayıplarla başa çıkma üzerine yapılmış araştırmaların gözden geçirilmesi. People Nat. 2020;2:619–642. https://doi.org/10.1002/pan3.1012

4- Çevre eğitiminde ve doğa temelli öğrenmede gördüğünüz temel zorluklar veya sorunlar nelerdir? Bunları çözmek için hangi adımlar atılmalıdır?

Çevre ve doğa eğitiminin büyük bir bölümü zaman içinde büyüsünü kaybetti. Didaktik ve durağan, kısıtlayıcı ve kuralcı hale geldi. Bir zamanların eğitimcilerin çocukları dışarı çıkmaya teşvik etmesi hedefi, yerini yavaş yavaş bilişsel hedeflere bıraktı. Sonuç olarak bugün çevre eğitimi, doğanın camın ardında sergilenen bir tasarım nesnesine dönüştüğü bir müze zihniyetine büründü. Çocuklar ona bakabilir, onun üzerine çalışabilir, ama onunla hiçbir şey yapamazlar. Mesaj şudur: Doğa kırılgandır. Bak, ama dokunma. Ne tezattır ki, doğayı korumaya ve çocukların onunla ilişkilerini geliştirmeye çalışan birçok kuruluşun plan ve programlarında bu "sadece fotoğraf çek ve yalnızca ayak izi bırak" zihniyeti kendini gösteriyor.

Dört ile on iki yaş arasındaki çocuklar, ormanları keşfetmek, kaleler inşa etmek, yabani meyvelerden iksirler yapmak gibi doğuştan gelen bir arzuya sahiptir. Bu tür faaliyetlerin her biri çevreci değerler ve davranışlar geliştirmelerinin organik, doğal bir yoludur. "Bak ama dokunma" yaklaşımı ise aksine, çocukları doğadan koparır ve onlara doğanın sıkıcı ve tehlikelerle dolu olduğunu söyler. Bu mesajlar istenmeyen bir sonuç üreterek çocukları bilgisayar oyunlarındaki dinamik etkileşimlere geri gönderir. Her bir yaprağı korumaya yönelik tutucu kaygılarımız, çevre eğitimcileri olarak teşvik etmeye çalıştığımız, söylediğimiz doğa koruma değer ve davranışlarının gelişmesini engelliyor olabilir mi? Ben böyle olduğuna inanıyorum. Yetişkinlikte çevreci değerler ve davranışlar oluşturan bir çevre eğitimi istiyorsak, çocukların doğuştan gelen doğada oyun oynama eğilimlerinden yola çıkan yaklaşımlara ihtiyacımız var. Bu yaklaşımlar yabanıl doğada oyun oynanmasını teşvik etmeli ve buna izin vermeli; avcılığın, toplayıcılığın, hasadın ve gerektiğinde doğayı uygun şekilde tüketmenin önemini kabul etmeli; dikkatli ve saygılı yetişkinleri rol model alabilmeleri için çocukları yetişkinlerle birlikte keşfetmeye ve öğrenmeye teşvik etmeli ve çocukların hayal ve fantezi güçlerini desteklemelidir.

Doğa temelli eğitim üç yaşındaki çocuklarla başlamalı ve erken çocukluk eğitiminde günün %50'sinde açık havada olmak hedeflenmelidir. İlköğretim sınıflarında doğa temelli eğitim, adım adım yer temelli eğitime dönüşür. Çocukları doğal dünyayla birleştirmenin ötesine geçerek tarih, kültürel miras, sanat ve müzikle tanıştırır. Yer temelli eğitim dördüncü sınıftan itibaren bir hizmet eğitimi bileşeni içermeye başlar; yakın çevredeki küçük işlerle başlayan bu hizmetler liseye geçişle beraber mahalleye, kente ve daha büyük dünyaya doğru yayılır. Çevre eğitimi asla yalıtılmış bir konu olmamalı; doğal ve yapılandırılmış ortamlar onun ayrılmaz parçaları olmalıdır. Çevre eğitiminin; iklim değişikliği, nesli tükenen türlerle ilgili kötü haberlerle doğada öğrenme sevinci arasında dengelenmesi gerektiğini söylemeye gerek bile yok. Bu eğitim öğrencilere, toplumun yapıcı gelişimine katkı vermelerini sağlayacak beceriler kazandırmalıdır.

5- Sürdürülebilirlik için eğitim diyoruz. Okullarda sürdürülebilirliği inşa etmek için nelere ihtiyacımız var?

Sürdürülebilirlik için Eğitim (SİE) zor bir görevdir. Ancak, mevcut toplumsal davranışlarımızı bir şekilde değiştirmezsek hava daha sıcak, deniz seviyeleri daha yüksek, gıda arzı daha az güvenilir ve zenginlerle fakirler arasındaki uçurum daha büyük olacak. Denizciler büyük bir geminin yönünü değiştirmenin ne kadar zor olduğunu bilirler. Bu geminin dünyamız kadar büyük olduğunu düşünün. İzlediğimiz yolu değiştirmek uzun zaman alacak ve herkesin aynı yönde çok fazla çaba göstermesini gerektirecek. Gerçekten başka seçeneğimiz var mı? Yapmamız gereken şeylerden biri, okulları sürdürülebilir topluluk modelleri haline getirmektir.

SİE'yi başarmak için 3E'yi (ekoloji, ekonomi ve eşitlik) dengelememiz gerekir. SİE, öğrencileri, bu nesil ve gelecek nesiller için sağlıklı ekosistemler, canlı ekonomiler ve eşitlikçi sosyal sistemler arasındaki dengeleri gözeten koruma kararları almak yönünde eğitmeyi amaçlar. Daha basit bir ifadeyle, sürdürülebilirlik için eğitilmiş olan bir öğrenci, günümüzde ve gelecekte, her insana ve her canlıya hizmet eden bir dünya yaratma yeteneğine, arzusuna ve bilgi birikimine sahiptir. Unutmayın, SİE yalnızca birkaç okulda verilen yeni bir ders değildir. SİE ilkeleri bütün okullarımızın müfredatının ve yönetim sistemlerinin temelini oluşturmalıdır. 

6- SİE'yi başarmak için 3E'yi yani ekolojiyi, ekonomiyi ve eşitliği bir okul ölçeğinde biraz daha açabilir miyiz?

Bir örneği ele alalım: Denver kentinde, ortalamanın üzerinde hedefleri olan bir Colorado eyaleti devlet okulu, Denver Green School. Misyon ifadelerinde şunlar yazılı: "Sınıflarımızda, müfredatımızda ve okul binamızda yeşil olmaya çalışıyoruz. Bizim için yeşil, tüm öğrencilerin ve tüm toplumun sürdürülebilir bir şekilde yaşamasına odaklanmak anlamına gelmelidir. Ve elbette, bu inancın merkezinde, öğrencileri 21. yüzyıl kariyerlerine hazırlarken, karbon ayak izinin azaltılmasına ve çevresel ve sosyal sürdürülebilirliğe ağırlık veririz." Okul, Denver Urban Gardens ile arazisi içinde gelişkin sebze bostanları ve çiçek bahçeleri oluşturuyor. Okuldaki öğretmenler okuryazarlık, matematik ve fen bilimleri müfredatını uygulamaya bahçeden başlarlar. Bu bahçe müfredatı dersleri Colorado eyalet standartlarıyla bağlantılıdır. Öğrenciler mısır, fasulye, kabak ve onlarca başka ürünü yetiştirmek için mahalle sakinleriyle birlikte çalışırlar. Terk edilmiş arazilerin bitki üretimi için kullanılması, otomobil egzozlarından kaynaklanan karbondioksitin bir kısmının yeşil yapraklar tarafından tutulması ve sera gazı miktarının azalması; daha sağlıklı bir ekosistemin oluşmasına katkı sağlayan ilk E'dir, yani ekoloji.

Bahçede yetiştirilen yiyecekler okulun öğle yemeği programlarında kullanılır. Bu da okulun masraflarını ve dolayısıyla vergi giderlerini azaltır. Örneğin, Los Angeles'taki bir okul bahçeciliği programında ortaokul öğrencileri salsa sosu şişelenmesi ve satışını içeren bir iş kurdular ve bu sayede yerel yiyeceklere dayalı girişimcilik becerileri edindiler. Bu, canlı bir ekonominin sürdürülmesine yardımcı olan ikinci E'dir, yani ekonomi. Son olarak, bostan ürünlerinin bir kısmı Denver Genç Çiftçiler Pazarlarına gönderiliyor ve böylece dar gelirli aileler için de sağlıklı ve ucuz yiyecekler sunuluyor.  Bu da sağlıklı yaşama sosyo-ekonomik yelpazenin her kesimince erişilmesini mümkün kılan üçüncü E'dir, yani eşitlik.

Özetle, bütün okulların kendilerini yeşil okullar olarak; geleceğe giden yolu yerel çevrelerine gösteren deniz fenerleri olarak görmeye başlamalarına ihtiyacımız var.
 
Şekil 2. ABD’deki Yeşil Okullar Ulusal Ağı'nın (Green Schools National Network), okullarda sürdürülebilir yapılar oluşturmanın temel bileşenlerini gösteren şema.

7- Uzun yıllardır öğretmenler ve velilerle çalışıyorsunuz. Çocuklara rehberlik eden yetişkinlerin, öğretmenlerin nasıl bir doğa algısına sahip olması gerekir?

Araştırmalar, çocuklukta yaşanan belirli doğa deneyimleri ile yetişkinlikteki çevre değerleri ve davranışları arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. En önemli deneyimlerden ikisi; yabanıl ve yarı yabanıl yerlerde oyun oynama imkânı, doğayı gözlemlemek ve korumak konusunda rol modeli olan yetişkinlerin varlığı gibi görünüyor. Bu nedenle, öğretmenlerin ve ebeveynlerin doğada oynama deneyimleri sağlamaları ve doğaya özen gösteren davranışlar sergilemeleri önemli. Öğretmenlerin ve ebeveynlerin ne yapmaları gerektiğine ayrı ayrı bakalım.

Öğretmenler, doğada oyun oynamayı ve doğada öğrenmeyi müfredatın olağan bir parçası haline getirmeye yönelik adımlar atmalılar. Bunun için:

  • Çocukların her gün, günün %25 ile %50'sinde, açık havada, serbest ve yönlendirmeli etkinliklerle zaman geçirmeleri için planlama yapın.
  • Yakın çevrenin florası, faunası, iklimsel döngüleri ve jeolojik özellikleri hakkında bilgi edinin.
  • Açık havaya uygun kıyafetler için ebeveynlerle birlikte çalışın: Sıcak aylarda güneşten ve böceklerden korunma, soğuk aylarda soğuktan ve yağıştan korunma gibi. Ebeveynlerin dış mekân malzemeleri edinmek için imkânları el vermiyorsa öğretmenlerin tüm çocuklar için çözümler bulması gerekir.
  • Toprağa dokunmaya ve kirlenmeye hazır olun. Öğretmenler uygun kıyafetler konusunda örnek olmalı, çocuklarla birlikte toprağa dokunmaya, çamura bulanmaya, böcekleri, amfibileri ve sürüngenleri ellerine almaya ve onlara nazik davranmaya istekli olmalıdır.
  • Ebeveynleri dışarıda öğrenme etkinliklerine katılmaya davet edin. Böylece ebeveynler de öğretmenlerden öğrenebilir. Öğretmenler ve çocuklar bunları birlikte yaptıkça doğal sistemleri fark etmeye ve tanımaya başlayacaklardır.

Ebeveynler, açık hava etkinliklerini çocukların okul dışı deneyimlerinin düzenli bir parçası yapmanın yollarını bulmalıdırlar. Bunun için:

  • Çocukların dijital medya (televizyon, telefon, bilgisayar) tüketimini / bunlara maruz kalma sürelerini sınırlayın.
  • Çocukların mümkünse her gün, olmadı haftada en az birkaç kez yeşil alanlarda, açık havada bulunmaları için imkân sağlayın. Çocukları ayda bir kez farklı doğal ortamlara götürün.
  • Çocukları evdeki hayvanlara ve bitkilere bakmaya teşvik edin. Uygun dış bahçeler yoksa küçük konteyner bahçelerinin veya iç mekân bitkilerinin bakımı da sorumlu davranışlarını destekler.
  • Çocukları açık hava etkinlikleri olan yaz kamplarına veya tatil kamplarına gönderin.
  • Çocukları yürüyüş, doğa gezintisi, tırmanış, bisiklet, yüzme, yoga veya dans gibi fiziksel olarak etkin olacakları çalışmalara yönlendirin.

Öğretmenler ve ebeveynler açık havada oynanan oyunları ve öğrenme etkinliklerini çocukların yaşamlarının günlük veya haftalık bir parçası haline getirirlerse, çocuklar doğal sistemleri tanımaya başlayacak ve böylece dünyaya özen gösteren ve iklim değişikliğini hafifletmek için çalışan yetişkinler olmaları daha muhtemel olacaktır. Doğada zaman geçirmek çocukların akademik performanslarını, odaklanma yetilerini, davranışlarını ve öğrenme sevgilerini geliştirerek eğitim sonuçlarını iyileştirebilir.

 

ADRES

TEMA Vakfı Halaskargazi Mah. Halaskargazi Cad. No:22 Kat:5-6-7-8 Pk:34371 Şişli / İstanbul

Bu portal, Millî Eğitim Bakanlığı iş birliği ile TEMA Vakfı tarafından hazırlanmıştır. Portaldaki tüm içerik TEMA Vakfı tarafından oluşturulmuş olup tüm hakları TEMA Vakfı'na aittir. Kopyalanamaz, çoğaltılamaz, içerikten bölümler hak sahibinin izni olmaksızın kullanılamaz.
© 2020 TEMA