Ekolojik okuryazarlık ile ilgili uzman görüşleri, yayın ve kaynaklar
Çocukların doğada geçirdikleri zaman sürecinde doğa ile kurdukları ilişki onlara ilerleyen yaşlarda da devam edecek olan doğaya saygı duyma, doğayla duygudaşlık kurma ve doğayı koruma gibi değerler ve beceriler kazandırır.
Erken çocukluk döneminde doğa ile ilişkili olma çocuğun ilerleyen yaşlarına nasıl etki eder?
Doğa ile ilişkili olmak öncelikle çocukların fiziksel sağlığı için faydalıdır. D vitamini ve temiz hava sağlayıcısı olan doğa; zaman geçirmek ve beden hareketliliğini de arttırdığı için motor koordinasyonu, denge becerilerini ve çevikliği de geliştirir. Obezite ile mücadelede kilit rol oynayan bu kazanımlar, ileri yaşlarda daha sağlıklı bir beden için çok önemlidir. Erken yaşlardan itibaren doğada akranlar ve yetişkinler ile etkileşim içinde bulunmak, çocuklarda; iş birliği, yardımlaşma ve dayanışma gibi sosyal becerileri geliştirerek gelecekte çocukların sağlıklı kişiler arası ilişkiler kurması için sayısız fırsatlar sunar. Doğayla kurulan bağ ve etkileşimler, çocukların bilişsel işlevlerini geliştirerek okulda ve yaşamda daha başarılı olmalarını sağlayan önemli akademik becerileri de destekler. Doğanın hafızayı güçlendirdiği ve odaklanma becerisini arttırdığı da kanıtlanmıştır. Doğa ile kurulan ilişki sürecinde hafızası güçlenen ve odaklanma becerisi artan çocuklar, edindikleri somut deneyimler ile hayat boyu kalıcı öğrenmenin temelini atarlar.
Çocuklar, "doğal olarak" doğaya ilgi duyarlar. Doğa ile çocuklar arasında bir bağ vardır. Biyofili olarak isimlendirilen bu bağ, yaşamın ilk yıllarından itibaren şekillenmeye başlar. Çocuklar doğada keyifle oynadıkça ve oynarken öğrendikçe bu bağı güçlendirirler. Çocukların doğada geçirdikleri zaman sürecinde doğa ile kurdukları ilişki onlara ilerleyen yaşlarda da devam edecek olan doğaya saygı duyma, doğayla duygudaşlık kurma ve doğayı koruma gibi değerler ve beceriler kazandırır. Doğum öncesinden itibaren doğa ile ilişkili olmanın, kişilerin sürdürülebilir bir yaşamın gerektirdiği tutum ve davranışlara sahip olma potansiyelini arttıracağı savunulmaktadır.
Bu açıdan baktığımızda, çocuk ve doğa arasındaki ilişkinin ilerleyen yıllar için önemini iki boyutta vurgulamak gerekir. Birincisi, doğa ile ilişkili olmanın, çocukların bütün hayatları boyunca gelişim ve öğrenmeleri üzerindeki olumlu etkisidir. İkincisi ise, çocukların sürdürülebilir bir dünya için geliştirecekleri ekolojik okuryazarlık becerilerinin erken çocukluk döneminde doğada nitelikli zaman geçirmesi ile doğrudan ilişkili olmasıdır.
Öğretmenlerin doğa eğitimi çalışmalarında temel amaçları ve öncelikleri sizce neler olmalı?
Hem çocuğun hem doğanın yüksek yararını gözetmek öğretmenin en temel amacı olmalıdır. Bu bağlamda, hangi yaklaşımı benimserse benimsesin öğretmen öncelikle çocuğu çok iyi tanımalıdır. Çocuğun gelişim özelliklerini çok iyi bilen, onun merakla sorduğu soruları ve keşfetme tutkusunu destekleyecek fırsatlar yaratan, çocuğun katılım hakkını gözeten ve bireysel farklılıklarına saygı duyan öğretmenler; doğa eğitiminin niteliğini arttırmak için çok önemlidir. Bir diğer taraftan da öğretmen, ekolojik ilkeleri gözetmeli ve çocuklarda bu konuda farkındalık yaratmalıdır. Çocuklarla birlikte doğada çalışmalar gerçekleştirirken hiçbir canlı varlığa zarar verecek eylemlerde bulunmamalıdır. Gözlem ve incelemelerde bulunurken canlıların yaşam alanlarına dikkat etmelidir. Örneğin sınıfta incelemek ve çalışmalarda kullanmak için yere dökülmüş dal parçası, yaprak ve kozalak gibi varlıklardan çok az miktarda almalıdır. Doğaya ait olmayan şeyleri doğada bırakmamalıdır. Doğadaki yaşamın sürdürülebilirliği için ağaç dikmek, kompost yapmak gibi onarıcı eylemlerde bulunmalıdır. Ve en önemlisi doğayı korumak ve onarmak için yaptıkları bütün bu eylemlere çocukları da dâhil etmelidir. Özetle, doğayı ve doğadaki bütün varlıkları tanıyan ve sevip koruyan uygulayıcılar doğa eğitimi uygulamalarını zenginleştirecektir. Öğretmenlerin çocukları bu koşullarda sık sık doğa ile buluşturması en temel önceliktir diyebiliriz.
Erken çocukluk döneminden başlayarak, çocuğun ekolojik okuryazarlık becerilerini kazanmasında öğretmenin rolü ne olmalı, öğretmen bu süreçte nerede ve nasıl yer almalı? Öğretmenlerimize önerileriniz neler olur?
Ekolojik okuryazarlık becerilerinin, erken çocukluk döneminden başlayarak kazanılması sürecinde, öğretmenin rolü, büyük önem atfedilen bir konudur. Bu süreçte, öğretmen öncelikle kolaylaştırıcı olmalıdır. Çocukların gelişim düzeylerini, ilgi ve gereksinimlerini dikkate alarak; onların ekolojik okuryazarlık becerilerine temel oluşturacak bilgi ve deneyimleri en öz şekilde yapılandırmalarını kolaylaştırmalıdır. Öğretmen, çocukların doğaya erişiminde de kolaylaştırıcı olmalıdır. Ne yazık ki çocukların yaşları büyüdükçe doğada olma ve doğayı özgürce keşfetme alanı azalmaktadır. Sadece bilgi aktarımına dayalı bir ekolojik okuryazarlık eğitimi, çocukları eleştirel düşünceden, duygularını ve yaşantılarını ifade etmekten uzaklaştırır. Öğretmenler, çocukların duygu ve eylemlerine de odaklanarak, onların kendileri, içinde yaşadıkları toplum ve doğa arasında bağ kurmalarını kolaylaştırmalıdır. Böylece öğretmenler değişimi başlatan kişiler olarak çocukların ihtiyacı kadarını tüketme, doğa ile uyumlanma, tüm canlı yaşamını gözetme, atıklarını ayrıştırma ve dönüştürme gibi temel ilkeler çerçevesinde sürdürülebilir bir yaşam için gerekli davranışlar edinmelerine öncülük eder. Öğretmenler, bu süreçte çok iyi birer gözlemci olarak çocukların desteğe ihtiyaç duyduğu noktaları belirlemeli ve onlara danışmanlık yapmalıdır. Örneğin çevreyi nasıl daha az kirletebiliriz cevabını arayan çocuklara durumu sadece çöpleri yere atmamak üzerinden değil de bunları oluşturan şeylerin tüketimini azaltarak da çevreyi koruyabilecekleri yönünde bir ipucu vermesi çocukların bakış açılarını değiştirecektir. Son olarak, öğretmenler, ekolojik okuryazar bireyler olarak uygun davranışları yaşam alışkanlıklarına bütünleştirerek model olmalıdır. Öğretmenler, bütüncül bir bakış açısı ile okulda çocuklarla birlikteyken, ihtiyacı kadarını tüketen, atıklarını ayrıştıran, kâğıtların iki yüzünü kullanan, doğayı iyileştirmek için kompost yapmak gibi ve ağaç dikmek gibi onarıcı eylemlerde bulunan, doğada bulunmaktan keyif alan kişiler olmalıdır. Bütün bu sürece tanık olan çocuklar, bu süreçten birçok şey öğrenecek ve içsel motivasyonla, ekolojik okuryazar birey olma yolunda çok kıymetli adımlar atacaklardır.
Peki, bu süreçte ailenin rolü nedir ve öğretmenler aileleri bu sürece nasıl aktif bir katılımcı olarak dâhil edebilirler?
Ekolojik okuryazar bir ebeveyn; çocuğunun beslenmesinden günlük rutinlerine, tüketim alışkanlıklarından sosyal çevresine kadar bütün süreçlerde doğayı ve doğadaki döngüleri gözetir. Bu yaklaşım toplumun genel tutumunu da etkileyecektir. Örneğin aile bireyleri ekolojik merkezli bir anlayışa sahipse, ailedeki her üye kendini doğadaki diğer canlılarla eşit haklara sahip olarak algılar ve böyle yaşar.
Ailedeki mevcut doğa algısı, çocuğun algısını şekillendirmekte ve bu da çocuğun, okulun ve toplumun bir parçası olması noktasında ona yardımcı olmaktadır. Burada önemli olan ailenin çocuğu sürece nasıl dâhil ettiğidir. Ebeveynler, tüketim alışkanlıklarını düzenlemek noktasında çocuklarını bilinçlendirerek sürece katmalı ve onların çocukların görüşlerini de alarak aileye ait bir yol haritası çıkarmalıdır. Örneğin atık ve çöp yönetimi konusunda, azaltma ve yeniden kullanma ağırlıklı bir yol izlenebilir. Duşta geçirilen süreyi kısaltma konusunda anlaşma yapılabilir. Yine yakın mesafeler için fosil yakıt tüketen araçlar yerine bisiklet kullanımı ya da yürüyüş aile içerisinde özendirilebilir. Bütün bu örneklerde çocuğun katılımının gözetilmesi ve bu kararların ekolojik temelli nedenlerinin çocuğa açıklanması çok önemlidir. Bunun yanı sıra doğada yapılacak yürüyüş, gözlem ve keşif çalışmaları, çocukları ve ebeveynleri doğaya yakınlaştırdığı için bu süreci besleyecektir. Bu temel yaşam alışkanlıklarının sürdürülebilir olması için aile ve öğretmen arasındaki iş birliği çok önemlidir. Okulda desteklenen ekolojik okuryazarlık becerilerinin ailede desteklenmesi ve devam ettirilmesi de hem ailelerin hem öğretmenlerin bu süreçteki sorumlulukları arasındadır.
Öğretmenler aileleri sürece daha etkin bir şekilde dâhil etmek için okulda ekolojik okuryazarlıkla ilgili yaptıkları çalışmaları paylaşabilirler. Bu çalışmaların ailelerin yaşamına dokunması gerektiği de bir diğer önemli konudur. Örneğin kırtasiye listesi oluşturulurken gereksiz renkli kâğıt, çeşit çeşit boya, oyun hamuru gibi malzemelerin miktarını azaltırken; kırtasiye listesinde, artık kullanılmayan kumaş parçaları, düğmeler, kartonlar, şişe kapakları vb. satın alınmasına gerek olmayan, yeniden kullanımı teşvik edecek materyallere yer verebilirler. Bunun yanı sıra, doğada aile katılımı etkinlikleri düzenlemek de aileye çocukları ile doğada nasıl zaman geçirecekleri konusunda rehberlik edebilir.
Son sorumuz, özellikle erken çocukluk döneminde çocukların dolaylı ya da doğrudan etkilendiği doğal afetlerle ilgili olacak. Çocuklara doğal afetleri anlatırken, öğretmenler nelere mutlaka dikkat etmeli ve öğretmenler aileleri nasıl yönlendirmeliler?
Yangınlar, seller ve depremler hepimizin hayatında artık. İklim kriziyle birlikte hayatımıza giren felaketler kapının hemen önünde. Bu nedenle biz yetişkinleri bu kadar derinden etkileyen bir süreçten çocukların haberdar olmaması olası değil. Öte taraftan hiçbir şey yokmuş gibi davranmak çocuğun kendini kandırılmış hissetmesine ve bu nedenle daha fazla kaygılanmasına neden olacaktır. Öncelikle çocuklarla yaşadığımız doğal afetlerin bizim de gündemimizde olduğunu hissettirmek onların duygularını anlamamıza da yardımcı olacaktır.
Öğretmenler, sınıf ortamını düzenleyerek çocukların öğrenme meraklarını gidermeye yönelik bir adım atarak başlayabilir. Konu ile ilgili kitaplar, afişler ve broşürlerden oluşan bir merkez hazırlayarak çocukların ilgisini çekebilirler. Daha sonra bu merkezlerde çocukların soruları üzerinden onların gelişim düzeylerine uygun bir şekilde basit paylaşımlar yapabilirler. Bu paylaşımların detaylardan ve kişisel yorumlardan uzak olması diğer önemli noktadır. Çocuklar merak edip daha fazlasını sormadıkça sadece öğrenmek istedikleri kadar konuşmak gerekir. Belki kısaca yaşadığımız doğal afetlerin insanların kontrolü dışında geliştiği, ağaçların ve diğer bütün canlıların zarar görmesinin hepimizi üzdüğü, korku yaşamanın oldukça normal olduğu, bizi ve doğadaki bütün canlıları korumak için görevli birçok insanın çalıştığını anlatarak başlayabiliriz. Buradaki önemli nokta çocuklara meydana gelen doğal afetlere o anda müdahale etmenin güç olduğunu ama günlük yaşantımızda alacağımız küçük sorumluluklarla iklim krizinin yol açacağı doğal afetleri engelleyebileceğimizi vurgulayarak çözümün bir parçası olmaya davet etmektir. Hepimizin bildiği gibi ekolojik krizler kapımızda ve bizler de çocuklarımız da bu krizler nedeni ile travma yaşamaya adayız. Peki çözüm? Çözüm yine doğa ile kurduğumuz bağlarımızda. Ormanlardan bahçelere kadar buluştuğumuz her noktada doğa ile ilişki içinde olmaya çalışmak, ekolojik döngüleri ve döngünün bir parçası olduğumuzu anlamak hem çocuklara hem yetişkinlere iyi gelecektir.
Öğretmenler ebeveynleri yönlendirirken onlara mutlaka sakin olmaları ve kaygılarını çocuklara yansıtmamaları gerektiği tavsiye edilmelidir. Daha sonrasında doğal afetleri önlemek adına bize düşen görevler hakkında aile içinde konuşmak ve küçük sorumluluklar almaları için çocukları yönlendirmek etkili olabilir. Ve en önemlisi, özellikle erken çocukluk dönemindeki çocukların doğal afetler ile ilgili görüntü ve uygunsuz haberleri izlememeleri gerektiği konusunda ailelerin uyarılması gerekir.